İnsan bazen ne hissedeceğini bilmiyor. Bir şeylere emek vermeyi özlediğimi fark ettim. En iyi dostlarımdan biriyle epey dertleştik geçen gece; o geceki muhabbette sık tekrarlanan bir laf vardı:
- Oktay gerçekten çok salaksın.
O kadar çok tekrarlandı ki, üzerine düşünmek zorunda kaldım. Gerçekten de salaktım. Hani bazıları -daha doğrusu biz salaklar- vefa da diyor buna; bizi gerçekten umursamayan insanların iyiliğini düşünüyoruz. Ama X, ama X, ama X... Sana ne lan X'ten, X götünü kurtardı çoktan; sen kendi haline bak, onu ayakta tutucam diye şu düştüğün hale bak... Haklıydı, kesinlikle haklıydı...
Vesta'nın doğumundan bir süre sonra, cinnetin eşiğine gelmiştim. Köpekler yüzünden değil; insanlar yüzünden. Onlara laf anlatmanın zorluğu yüzünden. Köpekler sadece sorunun merkezinde yer alıyordu. Çok dolmuştum; beni anlasa anlasa o anlardı; tesadüf face'de online görünce dayanamadım içimde ne varsa anlattım. Çok şey beklemiyordum açıkçası; dinlesin işte, "Seni anlıyorum" desin, "Zor durumdasın ama geçecek" desin, "Bunu göze almıştın" desin; bilmediğim bir şey demesine gerek yoktu; sadece çevremde beni anlamayan o kadar çok insan vardı ki, istediğim tek şey anlaşılmaktı. Ergen tribi gibi ama ergenlikte hiç "kimse beni anlamıyor" diye serzenişte bulunmadım; gerçekten de çevremdeki kimse beni anlamıyordu o anda. Neyse çok uzatmayacağım; onca lafın üstüne aldığım cevap: "Olur öyle şeyler yaaa" olmuştu. Bu kadar, inanın ne eksik ne fazla. Olurdu böyle şeyler. Yoldan geçen adama anlatsam ne hissettiğimi; "Bilader bi' otur sakinleş" derdi en azından. Neyse niye anlattım bunu? Salaklığımdan bahsediyordum. Vefa diyordum; tüm bu düzlüğüne, sığlığına ve değişmişliğine rağmen bugün bile bi' sıkıntısı olsa koşar giderdim. Taa ki geçen geceye dek. Salak olduğum defalarca yüzüme vurulana kadar.
Bir anda boşluğa düştüm o gece. Keşke çok önce yapsaymışız bu konuşmayı dedim. Neden abi? Neden takıyordum kafaya. Bana neydi? O koşar mıydı, koşmazdı; ben de koşmamalıydım. Kapitalist düşünce sistemi işte. Bunu kabullenelim hepimiz; zira kapitalizmin içinde devrimcilik oynamak neyse, kapitalist insan ilişkilerinde de dostluğu, vefayı oynamak oydu. Ah şu idealizmim. Bak elin adamı bırakıp giderken arkasındaki enkazı umursamıyor bile. Sense "Aman abi ilgilenin üzülmesin, aman çabuk toparlasın" diye kastırıyorsun. Sen üzülmüyor muydun, sen zor duruma düşmedin mi, ahır gibi yerlerde kalmadın mı, pisliğin içinde yatmadın mı? Rezil, sefil olmadın mı? Sana gelenlere, "siz onunla ilgilenin ben başımın çaresine bakarım" demedin mi? Sen ödemedin mi borcunu? Sen tüm olanlara rağmen dostluk elini uzatmadın mı? Daha neyin vefasıydı?
Bu yazı tamamen başka bir şeyle ilgili. Oraya daha yeni geliyorum aslında. Tüm bunları idrak ettiğimde üzerimden yük kalktı. Öyle böyle değil. Artık öyle bir sorumluluğum yoktu. Çocuklar gibi şendim bu sabah uyandığımda. Renkli istop oynayalım dedim 26 yaşımda... Harbi harbi oynayasım vardı. Bir seneyi aşkın zamandır bir alışveriş merkezinden içeri adım atmadğımı fark ettim bugün. O kaygan zemini özlemiştim, sarı parlak ışıkları. Üstelik de nefret ederim alışveriş merkezlerinden falan. Sinemaya gitmeyi özlemiştim. En önemlisi sevmeyi ve sevilmeyi özlemiştim. Dikkat edin henüz aşkı özleyecek kadar değilim. O da olacak bir gün; ama bugün değildi. En başta doğru zaman değildi.
Neyse, emek vermeyi özlemiştim. Bir insana; arkadaş olarak, dost olarak... Son 3 yılda hayatıma hiç yeni "dost" girmemişti mesela. Kullan-at ilişkiler vardı; her anlamda. Karşılıklı kullanıştık, atıştık sonunda. Soğumuştum çünkü insanlardan. Emek vermek demek, birilerine umut bağlamak demekti aynı zamanda. Neden emek verirsin? Bir şeyler olsun diye. Ama son 3 yılda birinden bir şey almaya çabalamadım, biriyle ilişkimi düzeltmeye, yükseltmeye, yararlı hale getirmeye çalışmadım. Bir şeyler verdim; ufacık tefecik kırıntılar. Onlar da bana bozukluklarını verdi. Sonra alıp vereceğimiz bitince koptuk gitti. Bu kadar sığ, bu kadar yabani, bu kadar samimiyetsizdi. Oysa ben karşılıksız vermeyi seven bir adamdım. Akrep kaçmıştı kalbime.
Konuşmak gereksizdi; tanımak ve kendini anlatmak gereksizdi. Hala aslında gereksiz sayılır. Konuşmak çok gereksiz bir eylem aslında ya neyse. Yüzyüze baktığın bir insanla neden konuşasın ki? Gözlerin anlatıyor, onun da anlatıyorsa lüzumsuz yani. Ama görüşmek de gereksizdi. Of iş güç bir sürü koşturmaca, stres içinde bir de insanlarla iletişim kurmak; ne zordu.
Ne olduysa o konuşmadan sonra oldu. Konuşmak, gezmek, tozmak, destek olmak/almak istiyordum. 3-5 yaş gençleşmiştim. Ne de güzel pek de güzel olmuştu. Yazmicam lan sıkıldım...
biri sanki ayna tuttu bana ve kendimi gördüm aynada... Ne kadar fuzuli insanlara hayatımı açıp ve onlar tarafından aptal yerine konulup ve buna içerlenip kahrettiğim zamanlarım oldu ki sayısını bile bilmem. Her seferinde aldanacağımı bile bile insanlara güvenmeye çalışıyorum ama çoğunlukla hüsran oluyor sonu... Aziz Nesinin dediği gibi sen ağaçların aptalı bense insanların...
YanıtlaSilHepimiz aptalız aslında ya da hiçbirimiz. Acaba benim onca çabamı görmeyen mi aptaldır, yoksa başkasının çabaları da var ve onları görmeyen ben mi? :)
YanıtlaSil