Bugün bir arkadaşım bana bir soru sordu: "Oktay, sen iyi rol yapan bi' adamsın, öğrencilerine gösterdiğin sevgi gerçek mi yoksa sadece rol mü yapıyorsun?". Bu sorunun cevabını her şeyiyle bilmesi gereken birileri varsa, bu sevginin muhatabı olan öğrencilerimdir aslında. İşte tam şu anda kendi kendime konuşurken, iç sesimin monitöre yansıyan kısmını okuyorsun sevgili insan.
Öğrencilerime iki şey kazandırmaya çalışıyorum: İsim ve fiilleri ayırt etmelerini sağlamak, okuduğu metni anlayıp yorumlamasını sağlamak. Şaka lan şaka, iki dakika cıvımadan duramadım yine. Benim için önemli iki şey:
1. Kendilerini mutlu edecek yaşamı elde etmelerini sağlamak,
2. Karşılık beklemeden sevmeyi öğrenmek.
İnsanın kendisini mutlu edecek yaşamı elde etmesi, esasen kolay bir süreç değil. Mutlu olabilmek, bir yetenek aslında. Bazı insanlar, en boktan durumlarda bile mutlu olabilmeyi başarırlar. Fakat herkesin, onu mutlu edecek bir şeylere ihtiyacı vardır. Boktan durumda mutlu olabilme yetisini kimseye kazandıramam ama boktan durumdan çıkmanın tek yolunun sistemli bir şekilde çok çalışmaktan geçtiğini söyleyebilirim. Evet, hayatın gerçeği bu. İlkin kendimizi mutlu edecek şeyleri belirlemeli, daha sonra bu "şey" her ne ise, onu elde edebilmek için bir plan dahilinde, sistematik bir şekilde çalışmalıyız. Bu elde etme süreci uzun bir süreç. Konuyu daha sonra dağıtırım ama şimdi öze dönelim: öğrencilerim. Bu insanlar bir sınava hazırlanıyorlar, peki bu sınav nedir, hazırlandıkları sınavın hayatlarının neresinde durduğunu gerçekten ne kadar anlayabiliyorlar? Ben o yaşlardayken pek anlamıyordum, kimse de klişeleşmiş "hayatınızın dönüm noktası" lafından öteye bir şey anlatmadı, anlatsalardı anlar mıydım, dinler miydim onu da bilmiyorum ya neyse.
Maalesef ülkemizin bir gerçeği var, sınav sistemi. Yalnızca sınava değil, kurulu pek çok düzene ne kadar karşı olduğumu bilen bilir. Peki bu karşı duruş ne değiştirdi, diye soracak olsanız cevabım "Şimdilik hiçbir şey!" olur. Sevgili eğitim sistemimizle gencecik insanların güzelim beyinlerinin yorum yapabilme, üretme yetisinin köreltilmesi bir yana, bir de bu insanların üstünde ciddi baskılar oluşturulması, gençliklerinin piç edilmesi gerçeği var. Yahu 7 yaşından başlayıp bir insana evirip çevirip aynı şeyleri anlatmanın, 4/5 seçeneğe sıkıştırılmış tercihler yapmaya alıştırmanın, yarış atı misali yaşıtlarını rakip gördürmenin toplumumuza ve insanlığa nasıl bir faydası olabilir ki? Ben bir faydasını görmedim, göreni de görmedim. Peki benim görmemem ya da bunun da ötesinde benim buna karşı çıkmam neyi değiştiriyor? Cevabım yine aynı: "Şimdilik hiçbir şey!".
İnsanın nasıl mutlu olacağını bilmesi, öğrenmesi gerekiyor. Üniversite okumak ve istediğin mesleğe sahip olmak, ağlasak da zırlasak da tepinsek de ülkemizde bir yoldan geçiyor: bugünkü adıyla YGS/LYS, eski adıyla ÖSS, eskiden ÖYS'ydi falan. Öğrencilerim için böyle, bir sonraki adımda bir kısmı KPSS denen bir sınavla karşı karşıya kalacak ki üniversite sınavından bile saçma. Tarih öğretmeni olacak kişiye fonksiyon, işletmeciye isim tamlaması falan soruyorsun... Gider bu! Öze dönelim yine, bu sınava biz girdik, öğrencilerim de girecekler. Başka pek bir yolları yok, idealleri eğer bir üniversitenin kapısından geçiyorsa eğer, seve seve yapmazlarsa söve söve girecekler yapacaklar bu işi. Yapmalılar! O hâlde durumun ne olduğunun farkına varmalılar en acilinden!
Evet, şimdi biz bu sınava gireceğiz, idealimizde üniversiteye girmek varsa, yolumuz bu. Gerekli gereksiz bir sürü şeyi yalayıp yutup bizden istediklerini onlara vereceğiz. Bu imkansız değil. Fakat onlar da biliyorlar ki bu yolu bir kısım insan başaracak, bir kısmı başaramayacak. Dirayetli olan, farkında olarak ya da olmayarak onlara istediğini veren, varsa, hayaline bir adım daha yaklaşacak. Yazımın en başında dedim ya, hayali gerçekleştirmenin bir yolu var: "Bir plan dahilinde, sistemli biçimde çok çalışmak!" İşte bu sadece bu dandik sınav için geçerli değil, bu hayatta her zaman karşımıza çıkan şey. Bir şey istiyorsak, çalışacak ve alacağız. Almanın garantisi yok evet, bu sizin almak için çizdiğiniz yolun doğruluğuna, sizin çalışma performasınıza ve hayatın size getirdiklerine de bağlı. Fakat şunu biliyorum, istediğimizi almanın garantisi yok ama almamanın garantisi var: gereklilikleri yerine getirmemek. İşte benim güzel öğrencilerimin bulundukları konum bu. Sistemin gerekliliklerini yerine getirdikleri ölçüde istediklerini elde edecekler. Bunun farkına ne kadar erken varırlarsa o kadar çabuk yaklaşırlar hayallerine. Bu nedenle çıktıkları bu yola profesyonelce yaklaşıp bunu bir iş olarak görmelerini istiyorum. Çok mu şey istiyorum gencecik insanlardan bilmem, ama bu davranışı sergileyenler kazanır onu biliyorum. Bu, yapılması gereken bir iş, o hâlde en iyi şekilde yapalım ve istediğimizi alalım. Bugün bir kısım öğrencim üzüldü, moralleri bozuldu, içinden veya dışından göz yaşı döktü, suratını astı istemsizce... Bir kısmı da sitem etti, küfür edenleri saymıyorum bile :) Bugün ağlasınlar, bugün ağlamazlarsa bu nisanda, önümüzdeki nisanda, daha sonrakilerde... Kısaca hayatlarının geri kalanında çok asarlar suratlarını. Eninde sonunda öğrenirler ya, ne kadar erken öğrenseler o kadar iyi yaptıkları işi iyi yapmaları gerektiğini. Onlara bu seneyi yaşamayın demiyorum, tam tersine onlara "Bu seneyi hakkını vererek yaşayın!" diyorum. Bu senenin hakkı, gelecekleri için bir şey yapmak çünkü!
Gelelim madde 2'ye. Neydi ki? Karşılık beklemeden sevmek. Hani kendi kendime sordum ya, benim bu düşüncelerim neyi değiştirdi, diye, cevabım da "Şimdilik, hiçbir şey" olmuştu hani... Şimdilik diyorum, çünkü şimdilik! Bu sevgisiz, bu rekabetçi, bu kötü ve acımasız sistemi değiştirmenin tek yolu var: sevmek! Ve sevmeyi bilen insanların bir yerlere gelmesi gerekiyor ki onlar da sevgiyle iş yapabilsinler. Sevgi çoğalsın, hayat bayram olsun falan.
(Konuya nereden giriş yaptım, nasıl bağladım bak hele şimdi iyi izle sevgili okur.)
Evet iyi rol yapan bir adamım, fakat öğrencilerime sevgim rol değil, sonuna dek gerçek. Onları seviyorum, sevdiğimi de göstermeye çalışıyorum. Bu en başta beni mutlu ediyor. Çünkü onlar hâlâ masum. İlerde sevgisiz insanlar olurlarsa, bu benim de kabahatim olur. İnsan bilmediği şeyi nasıl uygular? Çok zor! Ben de zor yoldan öğrendim "sevmeyi". Ama bunda öğrencilerimin kabahati yoktu, onlar yoktu bile biz o yollarda sürünürken. Onlar hâlâ masum! Bu yüzden seviyorum işte, sonuna kadar hem de. Sevgilimden çok sevdim öğrencilerimi, ailemden çok... Benim kardeşim oldular, oğlum, kızım, arkadaşım, dostum yeri geldi sırdaşım oldular. Hepsinden de çok şey öğrendim aslında. Öğrenmeye de devam edeceğim. Ve hiçbir şey beklemedim kendim için. Sadece onlar ve dünya için iki şey istedim: "Mutlu olsunlar, mutlu etsinler!" Çok çalışsınlar, çok sevsinler.
Bir trene bindim ben, edebiyatı pek severdim, edebiyat okudum. Öğretmen olmak gibi bir niyetim yoktu. Ama bir zaman geldi "bu iş nasıl yapılmaz"ı gördüm, düşündüm, elimden geldiğince tamamlamaya çalıştım eksik gördüğüm şeyleri. Bize sevgi vermedi öğretmenlerimiz. Dedim, bu iş böyle yapılmaz. Giriştim! İdealim bu değildi, bulunduğum noktada da çok uzun yıllar kalmak değil hayalim. Bu bir itiraf değil, çünkü şu an yaptığım şeyden, bulunduğum konumdan çok memnun ve mutluyum. Bundan 10 sene önce bindim ben bir trene, trene bindiğim zaman "Yanlış mı bindim lan acaba?" demişliğim var evet, fakat yanlış binmemiştim. Bir şekilde bu noktaya geldim ve bugün olduğum nokta, bugün tam da olmam gereken ve beni mutlu eden noktadır. Fakat bir zaman sonra da aşmam gereken bir nokta. Aşmak için, tıpkı öğrencilerimden beklediğim gibi, benim de sistemli ve planlı bir şekilde "çok" çalışmam gerekiyor. Çalışıyorum da... Hayallerimi yakalarım yakalamam bilinmez, ama koşmazsam yerimde sayarım, sevmezsem mutsuz olurum, o bilinir işte.
Saygılar, sevgiler.
Oktay Gülsaçan