Bir insan bu hızla soğuyabilir mi? Soğur, daha önce de defalarca yaşadım bu duyguyu. Hem bana yapıldı, hem başkalarına yaptım. Benim için milat 2002'dir bu bağlamda. En sevdiğim dostum, kardeşim, canım, her şeyimdi: bir gece hiç sebepsiz yere; ama gerçekten sebepsiz yere bitti her şey; gitti her şeyim. 28 ekim 2002'yi gösteriyordu tarih.
O tanıştırdı beni bu duyguyla. Hesap vermeden, sebep bildirmeden, belki hiç sebebin olmadan dün canım cicim dediğin ve gerçekten öyle hissettiğin insanları silip atmayı. Öncesinde ben böyle şeyler yapamazdım; bir şans daha, bir şans daha... Güvenirdim en başta sevdiklerime. Herkese değil ama sevdiklerime... Sonra ne olduysa oldu işte bu huyu edindim ondan. Giderken bir parça bırakır ya insanlar; onun bana bıraktığı bu lanet olası huydu: bir anda soğumak.
- Oktay ne oldu?
- Hiçbir şey.
- E o zaman suratın neden asık?
- Bir sebebi yok...

İşte bu cümleler her daim sonun başlangıcıdır bir insan ve benim aramda. Soğuyorum çünkü. Ve geri dönüşü yok. Yok yani, içimden gelmiyor; bir sebebi olması gerçekten gerekmiyor. Ufacık ve saçma sapan bir şey beni ona karşı isteksizleştiriyor; artık yanımda görmek istemiyorum. Hani kapıyı çarpıp çıksa gitse de kabahatlisi ben olmasam diyorum. "Çok değiştin sen" demeden, "eskiden böyle değildin"lere gelmeden gitsin. Kavgayla gitsin, sessizce gitsin; yeter ki gitsin. Çünkü o noktadan sonra canını yakacağım onun; biliyorum. Ve istemiyorum kimseye kötü olmak. Yaşadım ben, biliyorum sebepsizce gidenin verdiği acıyı. Yaşatmak istemiyorum başkasına.
Konuş, diyorlar: "Kafanda bir şeyler kuruyorsun sen". Kuruyorum da kurmasına, infazdan sonra ben hatırlamıyorum ki ne kurduğumu. Hatta eskiden kurardım, infaz ederdim, sonra anlatmaya bile gerek görmezdim. Kötü geliyor kulağa; ama bitmedi çünkü bugün fark ettiğim şey artık bir level üstündeyim bu huyun: kurmaya bile gerek görmemek. Bir malzeme geçsin elime yeter ki, artık nerelere çekebileceğimi bildiğimden midir, beynim kendi kendine bana sezdirmeden yaptığından mıdır nedir, o malzemenin gözüme görünmesi, kulağıma fısıldanması, beynime teğet geçmesi infaz için yeterli oluyor. Hani kurmacalara ne oldu? İnanın bilmiyorum. Hani yargılama süreci? Gerek yok... Hani söz hakkı? O hiç olmadı 2002'den beri...
Gerçekten sevmiyorum bu huyumu, insanlar ağlıyorlar; insanlar üzülüyorlar, insanlar soruyorlar: "Neden?". Ben de üzülüyorum, ben de içimden ağlıyorum, ben de soruyorum: Neden? Yok ki cevabı, yok yani. İnsan ister mi düne kadar çok değer verdiği bir şeyin birkaç dakika içinde yerle bir oluşuna seyirci kalmayı? Kim yerle bir ediyor? Ben. Kağıttan kuleler yapardım küçükken, abim gelir en üsttekini devirirdi. Çok sinirlenirdim ama tutardım kendimi, yerine koymaya çalışırdım; ne mümkün o sinirden titreyen ellerle. Birkaç kez denerdim, en son kafam bozulur hepsini yıkıverir sonra da ağlaya zırlaya saldırırdım ortalığa. Onun gibi işte, en üstteki kart devriliyor ve ben nedenini niçinini sorma ihtiyacı duymadan emek verdiğim kulemi yerle bir ediyorum. Ona benziyor sanırım bu huyum; ondan bulaştı bana...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder