13 Ocak 2020 Pazartesi

Zaman zaman...

3-4 yıl olmuş yazmayalı. İnsan köreliyor, yazmadıkça. Duyguları da köreliyor,  düşünceleri de köreliyor. Kendini dinlemedikçe, kendini anlatmadıkça kendine karşı sağırlaşıyor. Saçma sapan bir koşturmaca içinde ömür geçip gidiyor. Nasıl geçiyor zaman anlamak mümkün değil. Hop oradayız hop buradayız derken 35 olduk, olduk ne ya, 35 oldum. Hatta bu yıl nisanda 36 olacağım. 36 yıl kendin için ne yaptım, kendim için gece tüm işler bittikten sonra kafamı kaldırdım, gökyüzüne baktım ara sıra. Kapalı havaları sevmiyorum, buz gibi ayaz da olsa yıldızları görebildiğim her gece,, tepede parlayan pırıl pırıl ayın gözümü kamaştırdığı her bir gece, içime çektiğim nefesi anlamlandırıyor. Sadece birkaç güzel dakika... Yaşadığımı anlıyorum, hayat ne güzel diyorum. Evrenin ne kadar da küçük bir parçasıyım.

Bir de güneşin Doğuşu var. Arka bahçedeki  kavak ağacının fonu  lacivertten  kırmızıya geçerken o ana tanıklık etmek. Günde toplam 5 dakika. O da yapabildiğim günler. Toplasan çarpsan bölsen 19 gün ediyor. İlkokul numaram. 36 yılda iyi ki varım dediğim 19 tam gün. O da ettiyse yani...

Ben rüzgarı tenimde hissedebileceğim, her gece birkaç saat gökyüzüne bakıp müzik dinleyebileceğim, okuduğum kitaplardan konuşabileceğim bir 30’lu yaşlar hayal etmiştim. Çok sevdiğim dostlarımla Şarabımı yudumlayacağım gecelerin düşünden düşe düşe red dead oynayıp bira içen, satın aldığı kitapları nereye koyduğunu unutan Oktay’a düştüm. Hayallerine bu kadar yakın olup da hayallerinden bu kadar uzak yaşayan bok gibi bir Oktay. Beni tutan ne var? Beni tutan ne var? Be-Ni tu-tan ne Var? Bugünü not al sevgili Oktay, bugün 13 Ocak.

13 Ocak da önemli bir gündü bir zamanlar benim için. En iyi dostumun Doğum günü. İyi ki doğmuşsun ergenliğimin katili.