19 Kasım 2011 Cumartesi

Hügo vardı ya la bizim zamanımızda, "Çuf çuflayalım" falan derdi bize de o tuş basmazdı!

Bugün bir arkadaşım bana bir soru sordu: "Oktay, sen iyi rol yapan bi' adamsın, öğrencilerine gösterdiğin sevgi gerçek mi yoksa sadece rol mü yapıyorsun?". Bu sorunun cevabını her şeyiyle bilmesi gereken birileri varsa, bu sevginin muhatabı olan öğrencilerimdir aslında. İşte tam şu anda kendi kendime konuşurken, iç sesimin monitöre yansıyan kısmını okuyorsun sevgili insan.

Öğrencilerime iki şey kazandırmaya çalışıyorum: İsim ve fiilleri ayırt etmelerini sağlamak, okuduğu metni anlayıp yorumlamasını sağlamak. Şaka lan şaka, iki dakika cıvımadan duramadım yine. Benim için önemli iki şey:

1. Kendilerini mutlu edecek yaşamı elde etmelerini sağlamak,
2. Karşılık beklemeden sevmeyi öğrenmek.

İnsanın kendisini mutlu edecek yaşamı elde etmesi, esasen kolay bir süreç değil. Mutlu olabilmek, bir yetenek aslında. Bazı insanlar, en boktan durumlarda bile mutlu olabilmeyi başarırlar. Fakat herkesin, onu mutlu edecek bir şeylere ihtiyacı vardır. Boktan durumda mutlu olabilme yetisini kimseye kazandıramam ama boktan durumdan çıkmanın tek yolunun sistemli bir şekilde çok çalışmaktan geçtiğini söyleyebilirim. Evet, hayatın gerçeği bu. İlkin kendimizi mutlu edecek şeyleri belirlemeli, daha sonra bu "şey" her ne ise, onu elde edebilmek için bir plan dahilinde, sistematik bir şekilde çalışmalıyız. Bu elde etme süreci uzun bir süreç. Konuyu daha sonra dağıtırım ama şimdi öze dönelim: öğrencilerim. Bu insanlar bir sınava hazırlanıyorlar, peki bu sınav nedir, hazırlandıkları sınavın hayatlarının neresinde durduğunu gerçekten ne kadar anlayabiliyorlar? Ben o yaşlardayken pek anlamıyordum, kimse de klişeleşmiş "hayatınızın dönüm noktası" lafından öteye bir şey anlatmadı, anlatsalardı anlar mıydım, dinler miydim onu da bilmiyorum ya neyse.

Maalesef ülkemizin bir gerçeği var, sınav sistemi. Yalnızca sınava değil, kurulu pek çok düzene ne kadar karşı olduğumu bilen bilir. Peki bu karşı duruş ne değiştirdi, diye soracak olsanız cevabım "Şimdilik hiçbir şey!" olur. Sevgili eğitim sistemimizle gencecik insanların güzelim beyinlerinin yorum yapabilme, üretme yetisinin köreltilmesi bir yana, bir de bu insanların üstünde ciddi baskılar oluşturulması, gençliklerinin piç edilmesi gerçeği var. Yahu 7 yaşından başlayıp bir insana evirip çevirip aynı şeyleri anlatmanın, 4/5 seçeneğe sıkıştırılmış tercihler yapmaya alıştırmanın, yarış atı misali yaşıtlarını rakip gördürmenin toplumumuza ve insanlığa nasıl bir faydası olabilir ki? Ben bir faydasını görmedim, göreni de görmedim. Peki benim görmemem ya da bunun da ötesinde benim buna karşı çıkmam neyi değiştiriyor? Cevabım yine aynı: "Şimdilik hiçbir şey!".

İnsanın nasıl mutlu olacağını bilmesi, öğrenmesi gerekiyor. Üniversite okumak ve istediğin mesleğe sahip olmak, ağlasak da zırlasak da tepinsek de ülkemizde bir yoldan geçiyor: bugünkü adıyla YGS/LYS, eski adıyla ÖSS, eskiden ÖYS'ydi falan. Öğrencilerim için böyle, bir sonraki adımda bir kısmı KPSS denen bir sınavla karşı karşıya kalacak ki üniversite sınavından bile saçma. Tarih öğretmeni olacak kişiye fonksiyon, işletmeciye isim tamlaması falan soruyorsun... Gider bu! Öze dönelim yine, bu sınava biz girdik, öğrencilerim de girecekler. Başka pek bir yolları yok, idealleri eğer bir üniversitenin kapısından geçiyorsa eğer, seve seve yapmazlarsa söve söve girecekler yapacaklar bu işi. Yapmalılar! O hâlde durumun ne olduğunun farkına varmalılar en acilinden!

Evet, şimdi biz bu sınava gireceğiz, idealimizde üniversiteye girmek varsa, yolumuz bu. Gerekli gereksiz bir sürü şeyi yalayıp yutup bizden istediklerini onlara vereceğiz. Bu imkansız değil. Fakat onlar da biliyorlar ki bu yolu bir kısım insan başaracak, bir kısmı başaramayacak. Dirayetli olan, farkında olarak ya da olmayarak onlara istediğini veren, varsa, hayaline bir adım daha yaklaşacak. Yazımın en başında dedim ya, hayali gerçekleştirmenin bir yolu var: "Bir plan dahilinde, sistemli biçimde çok çalışmak!" İşte bu sadece bu dandik sınav için geçerli değil, bu hayatta her zaman karşımıza çıkan şey. Bir şey istiyorsak, çalışacak ve alacağız. Almanın garantisi yok evet, bu sizin almak için çizdiğiniz yolun doğruluğuna, sizin çalışma performasınıza ve hayatın size getirdiklerine de bağlı. Fakat şunu biliyorum, istediğimizi almanın garantisi yok ama almamanın garantisi var: gereklilikleri yerine getirmemek. İşte benim güzel öğrencilerimin bulundukları konum bu. Sistemin gerekliliklerini yerine getirdikleri ölçüde istediklerini elde edecekler. Bunun farkına ne kadar erken varırlarsa o kadar çabuk yaklaşırlar hayallerine. Bu nedenle çıktıkları bu yola profesyonelce yaklaşıp bunu bir iş olarak görmelerini istiyorum. Çok mu şey istiyorum gencecik insanlardan bilmem, ama bu davranışı sergileyenler kazanır onu biliyorum. Bu, yapılması gereken bir iş, o hâlde en iyi şekilde yapalım ve istediğimizi alalım. Bugün bir kısım öğrencim üzüldü, moralleri bozuldu, içinden veya dışından göz yaşı döktü, suratını astı istemsizce... Bir kısmı da sitem etti, küfür edenleri saymıyorum bile :) Bugün ağlasınlar, bugün ağlamazlarsa bu nisanda, önümüzdeki nisanda, daha sonrakilerde... Kısaca hayatlarının geri kalanında çok asarlar suratlarını. Eninde sonunda öğrenirler ya, ne kadar erken öğrenseler o kadar iyi yaptıkları işi iyi yapmaları gerektiğini. Onlara bu seneyi yaşamayın demiyorum, tam tersine onlara "Bu seneyi hakkını vererek yaşayın!" diyorum. Bu senenin hakkı, gelecekleri için bir şey yapmak çünkü!

Gelelim madde 2'ye. Neydi ki? Karşılık beklemeden sevmek. Hani kendi kendime sordum ya, benim bu düşüncelerim neyi değiştirdi, diye, cevabım da "Şimdilik, hiçbir şey" olmuştu hani... Şimdilik diyorum, çünkü şimdilik! Bu sevgisiz, bu rekabetçi, bu kötü ve acımasız sistemi değiştirmenin tek yolu var: sevmek! Ve sevmeyi bilen insanların bir yerlere gelmesi gerekiyor ki onlar da sevgiyle iş yapabilsinler. Sevgi çoğalsın, hayat bayram olsun falan.

(Konuya nereden giriş yaptım, nasıl bağladım bak hele şimdi iyi izle sevgili okur.)

Evet iyi rol yapan bir adamım, fakat öğrencilerime sevgim rol değil, sonuna dek gerçek. Onları seviyorum, sevdiğimi de göstermeye çalışıyorum. Bu en başta beni mutlu ediyor. Çünkü onlar hâlâ masum. İlerde sevgisiz insanlar olurlarsa, bu benim de kabahatim olur. İnsan bilmediği şeyi nasıl uygular? Çok zor! Ben de zor yoldan öğrendim "sevmeyi". Ama bunda öğrencilerimin kabahati yoktu, onlar yoktu bile biz o yollarda sürünürken. Onlar hâlâ masum! Bu yüzden seviyorum işte, sonuna kadar hem de. Sevgilimden çok sevdim öğrencilerimi, ailemden çok... Benim kardeşim oldular, oğlum, kızım, arkadaşım, dostum yeri geldi sırdaşım oldular. Hepsinden de çok şey öğrendim aslında. Öğrenmeye de devam edeceğim. Ve hiçbir şey beklemedim kendim için. Sadece onlar ve dünya için iki şey istedim: "Mutlu olsunlar, mutlu etsinler!" Çok çalışsınlar, çok sevsinler.

Bir trene bindim ben, edebiyatı pek severdim, edebiyat okudum. Öğretmen olmak gibi bir niyetim yoktu. Ama bir zaman geldi "bu iş nasıl yapılmaz"ı gördüm, düşündüm, elimden geldiğince tamamlamaya çalıştım eksik gördüğüm şeyleri. Bize sevgi vermedi öğretmenlerimiz. Dedim, bu iş böyle yapılmaz. Giriştim! İdealim bu değildi, bulunduğum noktada da çok uzun yıllar kalmak değil hayalim. Bu bir itiraf değil, çünkü şu an yaptığım şeyden, bulunduğum konumdan çok memnun ve mutluyum. Bundan 10 sene önce bindim ben bir trene, trene bindiğim zaman "Yanlış mı bindim lan acaba?" demişliğim var evet, fakat yanlış binmemiştim. Bir şekilde bu noktaya geldim ve bugün olduğum nokta, bugün tam da olmam gereken ve beni mutlu eden noktadır. Fakat bir zaman sonra da aşmam gereken bir nokta. Aşmak için, tıpkı öğrencilerimden beklediğim gibi, benim de sistemli ve planlı bir şekilde "çok" çalışmam gerekiyor. Çalışıyorum da... Hayallerimi yakalarım yakalamam bilinmez, ama koşmazsam yerimde sayarım, sevmezsem mutsuz olurum, o bilinir işte.

Saygılar, sevgiler.

Oktay Gülsaçan

6 Haziran 2011 Pazartesi

"Nasılsın?"

Nasılsın okur? Nasılsın arkadaşım? Nasılsın X? Nasılsın?

Önemli sorular bunlar. Sana soran biri/birileri var mı bilmiyorum. "Naber?" demiyorum bak. Naber sorusunun cevabı "İyi yea n'olsun"dur çünkü. Geçiştirme soruya geçiştirme cevap işte. Hal hatır sorduk mu, sorduk. Şimdi konuşabiliriz. Dinlemek zorunda değiliz. Sadece konuşalım. Konuşmak fiili her ne kadar kökünü kullanmasak bile işteş çatı lan, bunun bi' farkına varmak lazım. 5 yaşındaki çocuklar gibi neden kendi kendimize konuşuyoruz daima? Bir uğultu var, herkes kendinden konuşuyor. Herkes anlatıcı olmuş, dinleyen hani?

En son ne zaman biri bana "Nasılsın?" diye sordu hatırlamıyorum. Şu bloğu okuyan 3-5 kişi, eminim her gün laklak ettiğim nicesinden daha çok biliyor nasıl olduğumu. Çünkü burada da anlatan benim işte. Sizi tanımıyorum ki. Ama siz beni tanıyorsunuz.

Gerçek hayatım da tam tersi işte. Ben pek çok kişiyi tanıyorum, tanımaya çalışıyorum, anlattırıyorum, dinliyorum, gerçekten nasıl olduklarını merak ediyorum. Konuşuyorum da, anlatıyorum da... Ama kendimden konuşmuyorum. Çoğunlukla konuşmak istemediğimden... Çünkü soran yok, "gerçekten soran" kimse yok. Bunun sonucunda da senin beni tanıyıp benim seni tanımadığım gibi, çevremde tanıdığım ama beni tanımayan tonla insan oluyor. İletişimsizlik böyle bir şey mi?

Sorun bende mi lan? Olabilir. Niye nasıl olduğumu sormaz ki 1-2 çok özel insan dışında kimse? Onları çok özel kılan şey de aslında bu soruyu sormaları. Bu soruyu gerçekten sormaları. Değerini bilmek lazım okur. Bu soruyu samimice soranların değerini bilmek lazım. Sen tanıdın ya beni artık, şimdi söyle bakalım, sen nasılsın?

Ps. Yorumlarınızı denetlemede bekletmişim uzun zamandır, bunun için özür dilerim.


23 Mayıs 2011 Pazartesi

:/

Uzun zamandır yazmadığımın farkındayım, aslında yazıyorum da, hep kafama... Yok yok, aman beni merak etmişsinizdir falan triplerinden değil, yazmanın benim için bir ihtiyaç olmasından dolayı söyledim bir önceki cümlemi.

Bir süredir yazmıyor olmam, içimin yavaş yavaş yavaş şişmesiyle neticelendi. Şu an yazmak istediğim o kadar çok şey var ki, bu bile başlı başına yazmamı engelliyor, kafamı toparlayamıyorum, yazmaya bir başlarsam daldan dala atlayıp ortaya hiçbir anlam ifade etmeyen bir yazı çıkaracağımdan eminim.

Yalnızlıktan sıkıldım. Evet, bu kadar net söyleyebiliyorum bunu. Ama hayatımda birini istiyor muyum? Hayır. Yani aslında korkuyorum. Hayatımda şu an biri olması için hiç doğru bir zaman değil. Bu zamana dek tecrübelerimden edindiğim kadarıyla, bir kadın benim hayatımda sadece "alıcı" olarak yer alır. Gönül ister ki hayatı paylaşabilelim, o da bana şu geçirdiğim zorlu süreçte destek olsun falan. Destekten kastım asla yön vermek, taşımak falan değil. Ama ne istediğimi yazmayı etik bulmuyorum, ne istediğimi söylemeyi de etik bulmadım hiçbir zaman.

Bu yüzden zor bir insan olduğum söyleniyor genellikle. Nereden bilecekmiş karşıdaki, benim beklentilerimi? E bildikten sonra bi' anlamı yok zaten, o sadece kendi gibi olsun, içinden geçtiği gibi davransın, neticede ben mutlu oluyorsam zaten o ilişki doğru bir ilişkidir değil mi sevgili okur? Yanlış mı düşünüyorum. Ama ne istemediğimi biliyorum. Şu an beni yıpratma ihtimali olan, özensiz hiçbir şeyi istemiyorum hayatımda. Beni yıpratan yeterince şey varken ne gerek var di mi? Ama öte yandan da yalnızlıktan sıkıldım valla. Dolayısıyla aşağısı sakal, yukarısı bıyık olmuyor mu? Oluyor.

Böyleyken böyle işte...

13 Ocak 2011 Perşembe

Msn falan

Şimcik, son zamanlarda yaşadığım bariz sıkıntıdan bahsedeceğim: MSN'de meşgullük sorunsalı.

Çok sevdiğim arkadaşlarım, kardeşlerim, dostlarım falan var. Çok değiller azlar, ama bu ara kendilerinin sınır tanımazlığı beni çileden çıkarıyor. Hadi yıllardır msn'i "meşgul" kullanırım, sebebi cıbırınk cıbırınk diye ötmesini istemediğimden başka bir şey değil. Bir şey okumaya çalışırken falan cart diye o pencere çıkıyor falan hoş olmuyor.

Gel gelelim, son 2-3 aydır ciddi bir yoğunluk içerisindeyim. Hani öyle böyle değil. bakmayın bu bloğu yazdığıma, bir taraftan da projeyi düşünüyorum falan. Yalnız kalıp kendi kendime düşündüğüm, kısacası dinlendiğim zamanlar bu zamanlar. Hah işte tüm sevdiklerime, bu sürecin başındayken, "Bakın güzel insanlar çok yoğunum, vay efendim mesajıma cevap vermedin, msn de yazmadın bilmem ne diye atar yapmayın, bu süreç böyle nolur anlayış gösterin bana, hani kızsanız kırılsanız üzgünüm ama düzeltmek için ayıracak zamanım yok" minvali laflar ettim. Bu lafı duyan güzide arkadaşlarımın hepsi "Aaaaaa olur mu hiç, sen çalış tabii, biz senin hep yanındayız" bıdı bıdısı yaptı. Neyse, msn'i meşgule aldık eskisi gibi, e arada yazanlar oluyor tabii, sonra -ki normalde ileti yazmam- "gerçekten meşgulüm", "ben size yazmadan yazmayın" falan gibi ricalar etmeye başladım. Yok, önünü kesemedik.

ileti: "arkadaşlar cidden meşgulüm, veri transferi için açık, lütfen yazmayın"
gelen mesaj: "çok mu meşgulsün?"

ileti: "bir şey okuyorum ama aynı zamanda biriyle konu hakkında görüşmem gerek sesli chat için online'ım"
gelen mesaj: "naban?"

ileti: "arkadaşlar ben yazmadan yazanı, üzülerek de olsa siliyorum"
gelen mesaj: gerçekten siler misin?

ileti: "durumum meşgulse: yazma, titretme, dokunma! Bunları yapıp da sonra silinince "bu kadar mıydı" deme, evet bu kadar.
gelen mesaj: meşgulsün
yazarım
titretirim

Evet, hani az samimi arkadaşım var dedim en başta. Bu mesajların çoğu onlardan geliyor. Bir şey yazıyorum misal, konsantre olmuşum, ama msn'in de açık durması lazım. Veri transferi yapıyorum belki, ya da bir şey yazıp çizerken arkadan sesli chatle işleri hızlandırıyorum. kapatamıyorum yani, kapatabilsem çevrimdışı takılırım böyle zamanlarda. E yazmışım oraya da meşgulüm hakkaten diye. Niye yazıyorsun? bak meşgulüm abi, bu kadar anlaması zor mu? hayatımı kurmaya çalışıyorum, çok zor bir dönemdeyim, çok çalışıyorum, sabah 5'e kadar çalışıyorum bazen, sabah 8'de kalkıyorum. Meşgulüm yani anlamıyor musun? Neden çalışmama engel oluyorsun ki? Bu nasıl sevgi, bu nasıl arkadaşlık ya da dostluk?

neyse, aynından telefonda da var. Şimdi telefonda mesaj yazmak bildiğin işkence. Yıllardır da sevmedim, sevemedim. Ama ekonomik sıkıntılar falan bazı zamanlar kullanıyoruz tabii. Ara söyle yani, yaz gönder, oku, yaz 3 dk'lık muhabbet için 15dk harca. ve mesaj yazarken ya da okurken başka hiçbir şey yapamıyorsun misal. Eh biliyorsun meşgul olduğumu, her defasında söylüyorum, mesajına cevap vermeyeceğimi de söylemişim, cevap vermiyorum da. Buraya kadar sıkıntı yok bana göre. Sonra misal boş bi 10 dk oluyor mesela, cevap veriyorum. Bi' sitemler bi' tavırlar atarlar... E hani sen benim yanımdaydın ben cevap vermesem de? onca işimin arasında 10 dk ara vermişim, moral motive falan olayım diye, arada da sana cevap vermişim, yakalamışken sikicen moralimi, aferin.

Bitti mi? Bitmez... Ciddi uyku sorunum var, hani 5'e kadar niye çalışıyorsun zorun ne, diyeniniz olabilir. Beyin durmuyor. hani 3-4 gibi yatınca da uyuyamıyorum. hatta bazen deli gibi yorgun oluyorum, erken yatıyorum, yok düşünmekten uyuyamıyorum. geçen gece yine çok yorgunum falan, 4'te yattım. tam böyle uykuya daldım, abuk subuk 387287367613 şeklinde bi' numara aradı. Oha dedim ne bu, açtım.

- Efendim
- (burada bişeyler dedi hatırlamıyorum)
- Pardon çıkaramadım? Kimsiniz?
- Sen benim kim olduğumu nabıcan bıdı bıdı bıdı...
- manyak mısın gecenin bu saatinde kimsin?
- Ya nabıcan
- siktir git.

Az sonra yine çalar telefon falan, yine benzeri diyalog, küfreder kapatırım. sonra bi daha bi daha... Nihayetinde telefonu kapamak zorunda kaldım. Ama uykum da kaçtı. haydaaa... uyuyabildiğim 3-4 saati piç ettin. Sonra sabaha karşı uyumuşum, ama ne oldu biliyor musunuz? Sabahki toplantıma uyanamadım telefonu kapattığım için!

Aaa arayan kim miymiş? kardeşim dediğim, pek sevdiğim biri. İnsanlar dalga geçtiğimi mi sanıyorlar? hakikaten çok yoğunum, evet görüşemiyorum, ilgilenemiyorum, ihmal ediyorum falan. Ama bu süreci söyledim, e nedir gece 5'te arayıp saçmalamak? Sen şimdi benim dostum mu oluyorsun bunu yapınca? yooo olmuyorsun işte. Osmanlının taktiği bu, düşmanı uyutmamak di mi? yanlış da hatırlıyor olabilirim amavardı böyle bir savaş taktiği. gece boyu düşmanı taciz edip motivasyonunu bozmak! E bak adam düşmanına yapıyor bunu, sen abim dediğine, dostum dediğine yapıyorsun.

Ne yapmam lazım bu insanların anlaması için bilmiyorum? Bilen varsa beri gelsin. Ama msn adresimi değiştirmek istemiyorum, msn adresi değiştirip saklanacağıma, iki yüzlü olacağıma, ben seni sildim abi, demek daha etik geliyor. en azından saygılı bir davranış.